Connect with us

medyaya direniş

Medya ve Sinema Haberleri

blank

Yayınlama

-

Pazarlama, Enformasyon, reklamcılık, haber, iletişim, kamuoyu, kampanya… Bu sözcükleri bizzat medyanın günlük hayatımıza, siyasi-ekonomi ve toplumsal retoriğimize dahil etmiş olduğunu hatırlatmakta yarar var. Genel yönelim, bu kelimelerin herbirine yüklenen “olumlu” anlamın mutlaklığına duyulan hayranlıktır. Etik ve düşünce açısından son derece yoksul olan medyamızın kendi gücüne duyduğu bu hayranlığın, “iletişim sarhoşluğu” adını verebileceğimiz neredeyse evrenselleşmiş bir ideolojinin özelliklerinden biri olduğunu kaydetmek durumundayız. Bu kavramlar o kadar sorgulanamaz olumlu içeriklere sahipler ki üzerinde düşünmeye başlamak bile bazı tehlikeleri göze almayı gerekli kılıyor. Sözgelimi günümüz dünyasında “düşünce”nin yapımı ve iletimi “pazarlamacı” ve “işletmeci” adını verdiğimiz yeni bir toplumsal tipin tekelindeymiş gibi görünüyor. Özellikle son on yıl içinde Türkiye’nin de bu havaya girmeye başladığı gözleminde bulunulabilir. Bu durumu “iletişim çağı”, “enformasyon toplumu” türünden genelleştirmelerle ele almaya çalışmak iletişim sarhoşluğunun tuzağına düşmek olurdu. Alman düşünürü Walter Benjamin’in onyıllarca önce düşünebildiği şeyleri, iletişim teknolojileriyle iletişim kavramı, felsefesi ve ahlâkı arasındaki uçurumun son derece derinleştiği ve genişlediği günümüzde düşünemez hale geldiysek bu sarhoşluğun etkisini rahatlıkla fark etmeye başlayabiliriz.

Şimdi bu sarhoşluğun benim en önemli gördüğüm bir etkisine, sonucuna dikkat çekmek istiyorum: Medya “olaylar”ımızı kaybettiriyor bize. Dolayısıyla düşünce yeteneğimizi de… Çünkü her düşünce, kendisi de bir “olay” olmakla birlikte, olaylar üzerine olmak zorundadır. Medya ise bize “bireyleşmiş”, birbirinden kopmuş, yani üzerinde düşünemeyeceğimiz olaylar veriyor: Skandalların birbiri ardına sıralanışı, medyanın en esaslı iki tekniğiyle soyut, hayali ve düşüncesiz bir dünya anlayışını dayatmaktadır – yani tekrar ve ısrar teknikleri. Birincisi gündeme getirilmiş bir olayı bıktırıcı bir tekrarla üsteleyerek kafalara işleme yoluyken ikincisi, kitle iletişiminin bütün kanallarını mobilize ederek, aynı olayı şurada duygusal, burada politik, bir yerde biçimsel, başka bir yerde enformatif biçimlerde, farklı mesaj türleriyle verip duruyor. Bu durumun en önemli sonucunun dezenformasyon yoluyla zihinleri etkileme değil, “olayları düşünülebilir olmaktan çıkarmak” ve tekdüzeleştirmek diyebileceğim bir durum olduğunu düşünüyorum. Artık medyatik olmayan, yani medyanın karşıtı olması gereken somut insan düşüncesi tarafından oluşturulmuş yeni bir “olay” kavramına ihtiyaç duyuyoruz. Medyatik olay parlar-söner, saman alevi gibidir. Ama asıl önemlisi olaylar birbirlerine “tekrar” ve “ısrar” adını verdiğim mekanizmalar dışında bağlanamazlar. Sonucu, psikolojik etkilerini her an hissedebileceğimiz yoğun bir “dumur” duygusu, bir felç ve bıkkınlık halidir. Anti-medyatik düşünce “olay”ın ne olduğunu yeniden düşünmeli, olayı olay olarak yeniden kurgulayabilmelidir. Enformasyon ve iletişim toplumunda aydının asli görevinin bundan ibaret olduğunu düşünüyorum.

Peki, medyatik “olay”ı yeniden kurgulamaktaki zorluklar nasıl aşılabilir? Sözgelimi anti-medyatik çabalar çoğu yerde bir bakıma bugünlerde sesini pek duyuramayan “karşı-medya” oluşturma çabalarına tekabül ediyor. Medyanın enformasyonu kontrol edişine karşı yükseltilen bu protesto çoğunlukla, baskın medyanın gündeme getirmediği “olay” ve “gerçek”leri dillendirmeye dayanmaktadır. Böylece seslerini kaybetmiş, bir anlamda aforoz edilmiş olanlar kendilerini ifade etme şansını bulabiliyorlar. Ama onların “olay” kavrayışı farklı olmalıdır, isterseniz somut bir örnek vermeye çalışabilirim: Bir ülkede baskın olan medyanın ve yetkililerin iddia ettiklerinin aksine, sistematik, kurumlaşmış işkence yer etmiş olabilir. Bu dezenformasyonun oyununu bozacak pek çok şey anti-medya, alternatif medyalar vs. tarafından, hukuksal baskıların ve tehditlerin izin verdiği oranda kamuoyuna getirilebilir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarından tutun, boyalı basına varıncaya kadar günlük gazetelerin kenarında köşesinde “işkence olayları” vakalar olarak dile getirilebilirler. Ama ne yaparsanız yapın, bunlarla “işkence olayı”nın varolduğunu, hele hele sistemli ve kurumsal olduğunu anlatamazsınız. Herhangi bir emniyet ya da İçişleri Bakanlığı yetkilisi çıkıp büyük bir rahatlıkla sistematik bir işkencenin olmadığını, olsa olsa “münferit olaylar”ın vuku bulduğunu, buna karşın “sorumluların hemen kovuşturmaya tâbi tutulacaklarını” söyleyiverecektir. İşte medya modeli olayın sorunlu yanı burada ortaya çıkıyor: İstediğiniz sayıda işkence vakaları toplayabilirsiniz. Ama işkencenin sistemli olduğunu bu yoldan gösteremezsiniz. “Olay”ı anlamak ve anlatmak zordur.

Sorunun şöyle konulması gerekir: Ne zaman polis tarafından alınsan, sorguya çekilsen başına işkence gelecektir, gelmiştir ve geliyor… İşte “olay”ın gerçek formülü budur. Şöyle de diyebilirsiniz: Tek bir kişi bile işkenceye uğramış olsa, orada işkence vardır. Bir “olay” olarak. Ya da yine biri işkenceden geçmemiş olsa bile işkence –bir olay olarak– yine de vardır, yanıbaşımızda, yakınımızdadır… Bu asla “böyle gelmiş, böyle gider”in meşrulaştırılması değildir – bu cümle daha çok medya modeli “olay”ın ısrarının dolaysız sonucu olan bir bıkkınlığın ifadesidir. Olay aracılığıyla “tek bir anı”, evrenselliği, ezeli ve ebedi önemi açısından kavrayabilirsiniz.

Peki, medyanın hakimiyeti altındaki modern dünyada düşünme alanlarını yeniden açacak bu “olaylaştırma” yöntemi nasıl uygulanabilir? Medyayı kullanmamak bana göre asla bir çözüm değil. Kitle iletişim araçları karşı durulmaz güçleri harekete geçiriyor olmaları bir yana, asla kendilerinden kaçabileceğimiz şeyler değil. Bu araçların eğitsel, enformatif, eğlenceye dayalı, hattâ pornografik kullanımlarına bile karşı değilim. Zaten dünyaya o kadar tepeden bakacak bir halim de yok. Söyleyebileceğim tek şey, medyatik “olay”ın yanında “düşünsel olay”ın değerinin teslim edilmesinin gerekli olduğu.

Birilerinin çıkıp söz ettiğim “düşünselliğin” medya karşısındaki gücünün artık çok sınırlı olduğunu ya da benim “olaylarla düşünme” kavrayışımın oldukça havada kaldığını söyleyebileceğini tahmin ediyorum. Ancak benim anladığım anlamda “düşünce” herbirimizin, birey ya da topluluk olarak, dünyaya açılma perspektifimizdir. Düşünce her zaman bir optik, bir perspektiftir. Medyanın bir ideoloji alanı olarak işlev gördüğünü biliyoruz. Öte yandan Marx, “bir köylü kulübesinde bir saraydakinden farklı düşünülür” demişti. Basit bir olguyu anlatan bu cümleciğin neresinde ideoloji kuramının temellerini bulabiliriz? Bir köylü bir saraylı gibi düşünürse, yani “saraylı gibi düşünme” tüm topluma yaygınlaşırsa işte ideolojiyle karşı karşıyayız demektir. Köylü gibi düşünme, köylünün yaşam perspektifini düşünsel bir perspektif haline getirir. Düşünceye düşünceyle karşı çıkılır ancak. Yani düşünceyi bütün perspektiflerinde homojenleştiren, aynılaştıran düşünceye (işte ideoloji budur), perspektife dayalı somut bir düşünceyle karşı çıkılabilir. Bu homojenleştirmeyi, hakikatın her yerde aynılığını ve kendisiyle özdeşliğini sağlayan neredeyse insanüstü diyebileceğim düzeneğin medyanın ta kendisi olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz. Böylece, düşüncede olaylar “perspektiflerin ifadesi” olarak ortaya çıkmalıdırlar.

Öyleyse, medyatik söylemle başa çıkmanın sırrı nerede yatıyor? Medya “düşünce” ve “kavrayış” üretmediği gibi “olay” da üretmez: Olsa olsa onları sahneler – bilgiyi enformasyona dönüştürür, fikri piyasaya sürer. Oysa düşünce, fikirler arasındaki bağıntıları tümüyle farklı bir düzende kurmaktadır. Medya bize şu “eğitici” uyarıları yağdırır: “Trafik canavarı olmayın, kazalar onbinlerce ölüme, yüzbinlerce sakatlık vakasına neden olmaktadır.” Düşünce ise olayları bu mantıksal neden-sonuç zincirini tersine çevirmelidir. Düşünür Ernst Jünger’in dediği gibi, “tüm bu sakatlıklara neden olanın kazalar olduğunu düşünmek optik bir yanılgı, bir göz aldanmasıdır; aksine başımıza gelen kazalar, dünya henüz rüşeym halindeyken bile sakatlanmış olmamızdan gelirler.” Böylece düşünce sakatlıkların nedeninin basitçe kazalar olmadığını, kazaların nedeninin ise basitçe dikkatsizlikler ve ihmaller olmadığını, bütün bu nedenler-sonuçlar zincirinin aslında başka bir alanda belirlendiğini kavrayabilir: Yaşamak zorunda bırakıldığımız bu dünyada mağduruz, sakatız. Trafik bu dünyanın bir olayıdır. Trafik içine doğduğumuz tehlikeli bir dünyadır; orada her zaman hep… kazalar gelir başımıza. Olaylaştırma bütün basitliği ve anlaşılabilirliği içinde fikirler arasındaki bağlantılar zincirini de sağlar. Sözgelimi trafik ile metropoliten yaşam, vahşi piyasa kapitalizmi arasındaki bağlantılar: Medyanın “kamuoyu oluşturma” adına “iş kazalarına” karşı münferit ve bağlantısız uyarıları, ancak kayıtsız bir kulak verişi celbedebilirken, fikirler arasındaki düşünsel bağlantı aynen trafik dünyası gibi vahşi kapitalizm dünyasının, oradaki iş örgütlenme biçiminin iş kazalarının gerçek nedeni olduğunu kolayca görebilir. Ayrıca süratin ve denetimin aynı oranda zorunlu kılındığı vahşi trafik alanıyla vahşi kapitalizm arasındaki bağı da: Zaman paradır, öyleyse sürat de paradır…

Medyanın sefaleti

Türk medyasının Batı medyası karşısındaki farkını, sözgelimi Türk basın sisteminin nasıl işlediğini örnekleyecek, herkesin şu anda elindeki gazetelerle yapabileceği kolay bir araştırmayla göstermek çok kolay: Gazete adını verdiğimiz nesnenin bir yapısı, görsel-işitsel malzemenin bir sunuluş biçimi vardır. Sözgelimi günün önemli haberleri, ekonomi-maliye sayfası, kültür sayfası, spor vb. sayfası gibi. Üstelik bu sayfalar hiyerarşisinin, sözgelimi devletin, hükümetin bakanlıklar ve müdürlükler hiyerarşisiyle ne kadar koşut olduğuna dikkat edin. Kısaca söylemek gerekirse, belli konulara hasredilmiş özel basınla bulvar gazeteleri dışında gazete formu açıkça bir devlet formunu yankılamaktadır: Ekonomi sayfası, polis haberleri sayfası, spor sayfası, dış haberler servisi vs… Bu “ortak form”a güvenerek alın o günün belli başlı gazetelerini, sürmanşetlerden başlayıp, ilk sayfasından son sayfasına, baş sayfa haberlerinden spor haberlerine dek hiyerarşik düzenleri içinde sıralayıp kategorilendirin. Malzemenin, yani haberlerin çeşidinden, atfedilen önem sırasına varıncaya dek ne kadar büyük bir çeşitlilik bulunduğunu farketmek hiç de zor değildir. Bir gazete için en önemli haberin öteki gazete için nasıl yarım sütunluk bir haber durumuna düşebildiği Türk basınında gerçek “habercilik” anlayışının bulunmadığının en önemli kanıtıdır.

İkincisi medyanın kamu tartışmalarının, haber iletiminin (Starcıların dediği gibi “gerçek”lerin), enformasyon dolaşımının aracı ya da ortamı olduğunu söylemek büyük bir saflıktır. Medya bize daha çok neyi düşünüp kabul etmek, neyi düşünmemek gerektiğini söylemeyi görev edinmiştir. Bu “manipülatif”, tek-yönlü iletişimin günümüz Türkiye medyasında Batı’dakinden çok daha sorunlu bir şekilde güç kazanmış olduğu açıktır. Siyaset Meydanı gibi programlara bakın: Bunlarda bir “kamu tartışması”ndan çok, yine medya tarafından gündeme getirilmiş belirli sayıdaki konuda kaba bir aklama-karalama faaliyetinin yürütüldüğünü görüyoruz. Dışarıda kimin ne kadar konuşma özgürlüğü varsa program sırasında da aynı oranda özgürlüğe sahiptir. Başka bir deyişle, siyasetçi demagojisini, akademisyen etkisiz ukalalığını, “halk”ı temsilen çağrılan kişiler de “sokağın sesleri” diyebileceğimiz bir bastırılmış (asla kaale alınmayan) istekler, talepler, protestolar bombardımanını rahat rahat yapıp durur. Özel ya da devlete ait medya kuruluşlarının aralarında bu açıdan herhangi bir karşıtlığın bulunmadığı da besbelli. “İyi program”ın çok seyredilen, çok satan –günümüz “piyasa ideolojisi” uyarınca– program anlamına gelmesi ve bundan başka hiçbir anlama gelmemesi, başka bir kritere boyun eğmemesi söz konusudur bugün. Genel olarak söylemek gerekirse, Türkiye’de medya, Batı’nın bir zamanlar (Aydınlanma Çağı’nda ve Fransız Devrimi etrafında) geliştirdiği, ancak zamanla eskiterek kurumlar, sivil ve siyasal örgütlenmeler, profesyonel bir meslek haline gelmiş bir gazetecilik ve toplumsal iktidar mekanizmaları arasında kaybetmesine karşın yaşatmak zorunda hissettiği bir özgür “kamu alanı”nın oluşturulması şansına sahip değildir. Modern iletişim teknolojilerinin arka planını oluşturan medya endüstrisi, Batı’da ortadan kaldırabildiği bir oluşumu Türkiye gibi “gelişmekte olan” bir ülkede haydi haydi engelleyebilecek güce sahiptir.

Peki, Türkiye’de medya’nın “olumluluk” içeren hiçbir şansı yok mu? Belki öncelikle bir “medya etiğine” ihtiyaç var. Ben bu etiği “liberal” ideolojinin, İslâmi “ahlâk”ın ya da “sosyalist” düşüncenin medyaya taşınması ve yerleşmesi ile gerçekleşecek bir “çoğulculuk” aracılığıyla mümkün görmüyorum. Bu etik daha çok medyanın kendi pratiğine özgü olmalıdır… Söz konusu olan, sözgelimi ABD’de “politik açıdan düzgün” (politically correct) denilen tutum değildir. Aksine yalnızca “küfretme” özgürlüğünün sınırsızca kullanılabileceği bir toplumun medyasının başka türlü davranabileceğini sanmak, hatta istemek insafsızlık olurdu. Dünya “küfürle” yüklü yoğun bir edebiyata sahiptir: Modern sanat dünyası Copernicus’tan beri kutuplar tarafından gerilmekte, sanatçı ile eser, tasarım ile nesnesi arasında büyük bir uzaklaşma cereyan etmektedir. Bu uzaklaşmanın doruk noktasını kitle iletişimine konu edilmiş sanatta bulmak Benjamin’in etkili yazılarından elli sene sonra herhalde büyük bir keşif değildir. Öyleyse gerçek bir anti-medya bu gerilimi, bu uzaklaşmayı ya aşırı noktalarına vardıracak (medya yalan haber yapıyorsa izleyicisini toptan “sahte” bir dünyaya, edebiyatın, uydurmanın dünyasına taşıyacak) ya da –becerebilirse– ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu ikincisi benim “olaylaştırma” adını verdiğim bir güzergâh üzerinde gerçekleştirilebilir, bir düşünme işidir.

Demokrasi ve iletişim

Demokrasi ile iletişim arasında en güçlü Avrupa düşünürlerinin (sözgelimi Jürgen Habermas ve Karl Otto Apel) kurmaya çalıştığı, ancak her telinde uyarıların kaynaştığı bir bağ var. Toplumun demokratikleşmesine medyanın katkısı sorusu bence kendi içinde açık bir anlam taşımıyor. Her şeyden önce böyle bir katkının olabilirliği bizzat medyanın kendisinin önceden demokratikleşmesini varsayar. Yoksa totaliterliğin bile “ideal iletişim” düzeneklerine sahip olduğu söylenebilir: Hobbes’un dediği gibi, “özgür olduğuna inanmak için egemenin konuşmasına ses çıkarmadan dudaklarınla eşlik et” – işte demokratik ya da değil, medyanın “iletişim” anlayışının genel formülü. Bireysel farkların hiçe indirgenmesinin örtük bir amaç olarak varsayıldığı “ideal iletişim” ne enformasyon ve bilginin bölüştürülmesine, ne de her “ideal” demokratik toplumun varsaymak zorunda olduğu “özgür düşüncenin oluşmasına engel olmama” hâline olanak sağlar. Aksine 18. yüzyıldan bugüne evrildikleri haliyle demokratik toplumlar gittikçe artan ölçekte disipliner ve denetimsel örgütlenme tarzlarını varsayıyorlar. Başka bir deyişle modern demokrasinin doğuşunda oldukça mekanik bir disipliner varsayım vardır: Modern haklara sahip olmak, geleneksel toplumların asla sahip olmadığı özel bir uysallığa sahip olmaktan, bu yönde eğitilmiş olmaktan geçer. Yoksa siyasal iktidarlar bu hakları hiç kimsenin kara gözleri aşkına tanıyor değildirler. İşte modern “iletişim” özgürlükleri, dünyanın globalleşmesiyle birlikte gelen “haber alma özgürlüğü” de dahil olmak üzere, bu kez enformasyon yayılım mekanizmalarının sağladığı bir “denetim toplumu”nu varsayar ve amaçlarlar.

İletişim alanında son teknolojilerin getirdiği “sarhoşluk” insan ırkının yalnızca geleceği açısından değil, geçmişi açısından da büyük bir tehlike olarak beliriyor. Hatta bu ikincisinin daha büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Nasıl Nazizm, “totaliter” bir dili genel bir toplumsal/kütlesel denetim mekanizması olarak kurmuş ve bu sayede “mitolojik” bir dili 19. yüzyılın sahip olduğu belli bir tür “tarih bilinci”nin yerine getirmişse, medyanın dili de geçmişi kaybettirme etkisine sahiptir. Nazizmin en ilginç tiplerinden olan Doktor Goebbels “görsel-işitsel” adını verdiğimiz iletişim ve propaganda tekniklerinin babası ve destekleyicisiydi. Nazi propagandasının rakipleri karşısındaki üstünlüğünü, rakiplerinin hâlâ 19. yüzyıl kamu alanlarını varsayan “bilişsel” bir dili, bilinçlere hitap eden “yazılı” basın tekniklerini kullanmakta ısrar etmelerinin dolaysız bir sonucu olarak görüyordu. Her şey medyanın görsel-işitsel dilinin “düşünme” faaliyetini engellemesi üzerinde kurulmuştur. Modern iletişim teknolojilerinin cephaneliğinde “düşünme” ile “iletişim” arasında hiç değilse Nazizmden bu yana süregiden bir mücadelenin sona erdirilmesi yolunda sayısız beklenti bulunmasına karşın, bazılarının “enformasyon toplumu” adını verdiği ve yeni yeni girmekte olduğumuz (Türkiye olarak büyük bir şevk ve tedbirsizlikle girmeye can attığımız) “denetim toplumu” tüm bu beklentileri bir karamsarlık denizinde boğmaya adaydır. Hele Türkiye gibi kırık dökük bir demokrasiye sahip bir ülkede medyatik denetim toplumu bilgi alışverişlerinde son derecede tehlikeli bir eşitsizliği kurumsallaştırabilir.

* Bu yazı, ilk olarak Birikim dergisinin Aralık-Ocak 1995 (68-69) sayısında yayımlanmıştır.

Senin reaksiyonun hangisi?
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0

Blog

blank
Blog & Makaleler1 gün

İslam, Noel, Nardugan ve Yılbaşı Ağacı: Bir Geleneğin Çelişkisi

İslam, Noel, Nardugan ve Yılbaşı Ağacı: Bir Geleneğin Çelişkisi Bugün, 22 Aralık itibarıyla kış gündönümüne girmiş bulunuyoruz. Bu tarih, Kuzey...

blank
Blog & Makaleler2 gün

Yapay Zekayla Birlikte Toplumsal Gelecek: Robotlar Kendi Kurallarını Nasıl Belirler?

Yapay Zekayla Birlikte Toplumsal Gelecek: Robotlar Kendi Kurallarını Nasıl Belirler? Gelişen teknoloji ve yapay zeka (YZ) alanındaki ilerlemeler, gelecekte robotların...

blank
Blog & Makaleler3 gün

Teknoloji Sektörü Yapay Zeka Yavaşlamasının Eşiğinde mi?

Teknoloji Sektörü Yapay Zeka Yavaşlamasının Eşiğinde mi? Son yıllarda yapay zeka (YZ) teknolojisinde yaşanan büyük ilerlemeler, teknoloji sektörünün temel güç...

blank
Blog & Makaleler4 gün

Snapchat’in My AI Sohbet Robotu: Gençler ve Ebeveynler İçin Yeni Bir Endişe Kaynağı

Snapchat’in My AI Sohbet Robotu: Gençler ve Ebeveynler İçin Yeni Bir Endişe Kaynağı Son dönemde yapay zeka destekli sohbet robotları,...

blank
Blog & Makaleler4 gün

Dijitalleşmekten Neden Korkuyoruz?

Dijitalleşmekten Neden Korkuyoruz? Dijital dönüşümün hayatımıza etkileri her geçen gün daha fazla hissediliyor. Teknolojinin sunduğu yenilikler ve kolaylıklar, hayatımızı daha...

blank
Blog & Makaleler6 gün

Öfke Kışkırtması: Dijital Dünyanın Yeni Manipülasyon Aracı ve Toplum Üzerindeki Etkileri

Öfke Kışkırtması: Dijital Dünyanın Yeni Manipülasyon Aracı ve Toplum Üzerindeki Etkileri Günümüzde sosyal medya platformları, sadece iletişim ve eğlence aracı...

blank
Blog & Makaleler1 hafta

Nadir Dinozor Fosilleri Rekor Fiyata Satıldı

Nadir Dinozor Fosilleri Rekor Fiyata Satıldı Dinozor fosilleri her zaman büyük bir ilgi odağı olmuştur. Geçmişe ışık tutan bu kalıntılar,...

Galeri

blank
Blog & Makaleler3 hafta

Google Haritalar’da Köklü Değişiklik

Google Haritalar’da Köklü Değişiklik: Polis Noktaları Artık Görülebilecek Google Haritalar, dünya genelinde milyonlarca kullanıcıya hizmet sunan bir navigasyon ve bilgi...

blank
Blog & Makaleler10 ay

Teknoloji ve Bilimin Dönüm Noktaları: 6 Mart’ın Anlamı

Teknoloji ve Bilimin Dönüm Noktaları: 6 Mart’ın Anlamı Teknoloji ve bilim, insanlığın ilerlemesinde ve gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır. Her...

blank
Teknoloji Galerileri11 ay

Bakan Uraloğlu: 3. Çeyrek Raporu Sonuçlarını Açıkladı

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, 2023 yılı 3’üncü çeyreği rakamlarını açıkladı. Bakan Uraloğlu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından...

blank
Blog & Makaleler1 sene

Evrenin İlk Elementi: Big Bang’den Başlangıç Noktasına Yolculuk

Evrenin İlk Elementi: Big Bang’den Başlangıç Noktasına Yolculuk Evren, 13,8 milyar yıl önce, son derece yoğun ve sıcak bir durumdan...

blank
Bilişim Haberleri1 sene

SİNEMADA YAPAY ZEKA

Sinemada yapay zeka, birçok farklı şekilde kullanılabilir ve hikaye anlatımına, karakter gelişimine, görsel efektlere ve genel film yapımına önemli katkılarda...

blank
Blog & Makaleler1 sene

Möbius Şeridi: Geometrinin Harikası

Möbius Şeridi: Geometrinin Harikası Matematik ve geometri, doğanın düzenini anlama ve modelleme konusunda insanlığın en güçlü araçlarından biridir. Bu disiplinler,...

blank
Teknoloji Galerileri1 sene

Saatte 100 Km Hız Yapan Airscooter!

Yumurta şeklindeki kişisel uçan araba ‘Airscooter’ gökyüzünde saatte 100 km hızla uçabiliyor.   Yumurta Şeklindeki Uçan Araba: Airscooter Jetpack üzerinde...

Etiket Bulutu

Kategoriler

Trending