Dizilerde Yaşamanın Adı: Parasosyal Etkileşim
Blog & Makaleler
Türk izleyicisi yerli dizilerle ilk kez 1974 yılında buluştu. Dizinin adı Kaynanalar. Konusu ise köyden kente göç eden bir ailenin yeni düzenlerine alışma sürecini ele alıyordu. İlk sitcom olarak da bilinen dizide Nuri ve Nuriye Kantar çiftinin maceralarına izleyiciler, tam 30 yıl boyunca tanıklık etti. En uzun soluklu dizi olarak televizyon tarihine geçen kaynanaların gördüğü ilgi göz önünde bulundurulduğunda tek olmayacağı kesindi. Sinekli Bakkal, Çalıkuşu, Yaprak Dökümü gibi romanların dizi uyarlamaları da ekranlardaki çeşitliliği artırdı. Yavaş yavaş büyümeye başlayan dizi sektörü, 90’lı yıllardan itibaren artan özel televizyonlarla birlikte sayısı onlarla ifade edilen ve farklı konuları ele alan pek çok yapımı evlerimize taşıdı beyaz cam aracılığıyla.
TRT’de yayınlanan Perihan abla dizisi ile izleyicinin ilgisi aile bağlarını ve mahalle kültürünü konu alan yapımlar üzerinde yoğunlaştı. Uzun yıllar seyirciyi ekrana kilitleyen Bizimkiler, Süper Baba, Mahallenin Muhtarları gibi dizilerde, izleyici gerçek hayatından kesitleri ve yaşamındaki kişileri ekrandaki hikâyelerin içinde izlemeye başladı. Zaman ilerledikçe diziler, daha fazla bütçelerin ayrıldığı, reyting sıralamasında üstlere tırmanmanın formülü olan farklı konuların ve hayatların işlendiği yapımlara evrildi.
90’lı yıllarda haftada yaklaşık 10-12 dizi izleyici ile buluşurken bu sayı günümüzde neredeyse 50 diziye ulaştı. Tabi bu yalnızca televizyonda yayınlananları kapsıyor. Her ne kadar sorulduğunda “Ben yalnızca haberleri ve belgesel kanallarını takip ediyorum” yanıtı verilse de Türk seyircisi günde ortalama 3 saatini de dizi izlemeye ayırıyor. Buna dijital platformlardaki dizilere ayrılan süreleri de eklersek 6 saate kadar çıkıyor dizilerle mesaimiz. Ülkemiz en çok dizi takip eden ülkeler sıralamasında dünyada ilk 10’un içinde yer alıyor. En çok dizisi olan ülkeler sıralamasında da ilk 5’in içindeyiz.
Hal böyle olunca diziler sadece seyirlik bir eğlencenin ötesinde bir yaşam tarzına dönüşüyor, karakterlerle duygusal bağlar kuruluyor. Mağazalarda, tezgâhlarda dizilerdeki karakterlerin kullandığı ürünler sıra sıra diziliyor. Karakterlerin kullandıkları kolye, toka, ayakkabı bir kenara, izlediğimiz ortamların kokusunu almamızı sağlayacak bir teknoloji olmamasına rağmen bir dizi karakterinin adıyla parfüm bile satıldığına şahit oluyoruz. Tüm bunların sonucunda dizi karakterlerine duyulan sevgi gündelik hayatta fanatizme dönüşüyor.
Dizi karakterleri o kadar ciddiye alınıyor ki dizide öldüklerinde gazetelere ilanlar veriliyor, gıyabi cenaze namazları kılınıyor, kötü bir karakteri canlandıranlar sokakta vatandaşın tepkisiyle karşılaşıyor. Bu ülke, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Şehzade Mustafa’nın boğdurulma sahnesinden sonra Kanuni Sultan Süleyman hakkında suç duyurusunda bulunmaya kalkışanları bile gördü.
Aslında izleyiciye tüm bunları yaptıran bir şey var. Parasosyal etkileşim.
İzleyicilerin, medyada sunulanları tüketerek medya figürleri ile tek yönlü bir ilişki kurması parasosyal ilişki, bu süreçleri açıklayan kavrama ise parasosyal etkileşim adı veriliyor. İlk olarak 1956 yılında Donald Horton ve Richard Wohl, medyada karşımıza çıkan olayların ve insanların ne kadar etkili olduğunu açıklamak adına ortaya böyle bir kuram koydu. Şaşaalı hayatlar, güçlü, her istediğini elde eden karakterler, insanların hoşuna gidiyor olabilir ama onlara olağanüstü bir anlam yüklemek, onlar gibi düşünüp, onlar gibi hareket etmeye başlamak, hatta o karakteri hayatının en büyük mutluluk kaynağı haline getirmek psikolojik bir rahatsızlığa doğru gidiyor. Bir süre sonra insanlar, kendileri ile medya figürleri arasında yüz yüze bir iletişim varmış gibi bir yanılgıya kapılıyor.
Sinema tarihinin kült haline gelmiş filmlerinden birisi olarak değerlendirilen Leon’u hatırlayacaksınız. Mathilda karakterini canlandıran Natalie Portman’ın saçları kısacıktır. Film yayınlandıktan sonra kadınlar arasında bu saç kesimi aniden yaygınlaşır. Açlık Oyunları serisinin sonunda da insanlar okçuluk dersleri almak için sıraya girer.
Peki, yayınlandığı dönemde, trafiğin bile azalmasını sağlayan Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde Polat Alemdar karakterinin giydiği paltonun satışlarının patlamasına ne demeli? İşte diziden sonra okullarda, sokaklarda aynı paltoyla dolaşan envayi çeşit Polat’ın türemesini sağlayan da bir dizi karakterinin kıyafetinin, gelinliğinin, topuzunun fotoğrafını alıp mağaza mağaza kuaför kuaför gezdiren de Bihter’in kolyesinden, Hürrem’in yüzüğünden diye satış rekorları kırdıran da parasosyal etkileşim.
Araştırmalara göre ekran başında geçirilen süreç de parasosyal etkileşimi arttırıyor. Malum virüsten dolayı evlerimizde çok daha fazla kaldığımız için de vaktimizin çoğunu diziler meşgul ediyor. O yüzden belki de her şeyin bir kurgu olduğu fikrini bugünler de biraz daha fazla hatırlamak da yarar var. Yoksa dizi ve film izlemenin kime ne zararı olabilir ki?