Meryem (Maria): ideal güzelliğin kara hâli
Genel Bilgi ve Haberler
Pınar Yolaçan, odağına “kadın” ve “beden” kavramlarını alarak portre sanatına getirdiği farklı bakış açısıyla çarpıcı çalışmalar üreten New York merkezli bir sanatçı. 2008’de Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde izlediğimiz Meryem (Maria) adlı ikinci sergisinin üzerinden zaman geçmiş olsa da, günümüzde varlığını başka biçimlerde sürdüren köleliği temel alarak bedeni üzerindeki söz hakkı giderek azalan, popüler medya ve modanın dayatmalarıyla tektipleştirilen kadınlar adına kuvvetli bir eleştiri sunuyor.
Yolaçan’ın çalışmaları Brezilya’nın kuzeydoğusunda Bahia’daki Itaparica adasında yaşayan Afrika kökenli kadınların portrelerinden oluşuyor. Salvador da Bahia limanı, köle ticaretinin yapıldığı en büyük limanmış ve nüfusun çok büyük bir kısmı köleymiş. Köleler Brezilya’ya getirildiğinde zorla Katolik yapılmışlar. Yolaçan’ın projeye “Meryem” ismini vermesinin sebebi ise seçtiği modellerin çoğunun adının gerçekten Maria (Meryem) olması ve bunun bölgedeki insanların Katolik geçmişini göstermesi.
Adlarını aldıkları İsa’nın annesi Meryem, beyaz teniyle ideal güzelliği ve saflığı temsil ederken serideki kadınların Afrika kökenli siyah tenli azınlıklardan seçilmesi etkileyici bir zıtlık yaratıyor. Yolaçan portre geleneğinde siyah tenli insanlara pek fazla yer olmadığını hatırlatıyor. Müzelerde veya sanat galerilerinde siyah tenli insanların yağlı boya resimlerine veya heykellerine rastlayamazsınız.
Portrelere dikkatle bakıldığında karşılaşılan şey ise şaşırtıcı. Her bir kadın, sanatçının özenle diktiği kıyafetleri giyiyor. Bu kostümler kadife, saten, işkembe, koç yumurtası ve bazı kültürlerde ‘doğum gömleği’ denen plasenta gibi birbirinden farklı malzemelerden oluşuyor. Kostümlerdeki ve aksesuarlardaki ayrıntıların hayvanların derilerinden ve iç organlarından meydana geldiği fark edildiğinde ise izleyicide tuhaf ama etkileyici bir his kalıyor.
Leopar desenli, saten ve kadife gibi pahalı kumaşlar ile ucuza satılan inek plasentası ve işkembe gibi hayvan sakatatları kullanılarak yapılan kostümlerde kendisini gösteren bu karşıtlık, Yolaçan’a göre ironik bir durum, çünkü çiğ et ilkellikle bağdaştırılan bir şey. Kıyafetlerin tasarımlarında ise Barok dönemin etkileri mevcut. Her bir kadının vücuduna ve ifadesine göre tasarlanan kostümlerin kusursuza yakın formları var. Kadifeden yapılmış siyah bir bluzun boynunda duran koç yumurtası pahalı bir mücevherden farksızken, saten bir elbisenin üzerine dikilmiş aksesuarın ise parlak bir kumaş parçası değil de bir et parçası olduğunu anlamak zor.
Yolaçan, Brezilya’da kasting çalışması yaparak modellere ulaşmış. Yerel bir gazetenin kendisiyle röportaj yapması ise projenin bir anda iyice yayılmasına sebep olmuş. Başlangıçta yadırgayanlar ve çekinenler olsa da, Yolaçan sonunda insanlarla çok fazla vakit geçirmiş ve ikna edebilmiş.
Adada yaşayan insanları açık fikirli bulan sanatçı kültüre ve müziğe çok meraklı olduklarını ve paralarının ve yiyeceklerinin olmayışını çok fazla umursamadıklarından söz ediyor. “Kendilerini ülkede dışlanmış olarak hisseden bu insanlar düzenin ve kalkınmanın onlara pek fayda sağlamayacağının farkındalar. Bu nedenle kendi küçük düzenlerini yaratmak zorunda kalmışlar. Ama benim için kraliyet ailesinin bir parçası gibiler çünkü Brezilya’yı ve Yeni Dünya’nın diğer ülkelerini bugün eriştiği noktaya getiren de onlar. Yıllar boyunca köle olarak sundukları ücretsiz işgücü olmasaydı Batı bu noktaya gelemezdi.”
Kaynak: Meryem (Maria), Pınar Yolaçan. Yapı Kredi Yayınları, 2008.