Bilgi Çağının Diyalektiği İçinde Steve Jobs ve Teknolojinin Siyasallaştırılması
Blog & Makaleler
Bundan bir asır önce devletlerin gücü askeri kaabiliyetleri ile ölçülüyordu. Askeri açıdan güçlü olan devletler, gücünü korumak için sınırlarını genişletmek ve başka devletlerle çatışma gereksinimini duyuyordu. Günümüzde ise gücü korumak ya da artırmak kapitalist sisteme eklemlenme ve küresel kanunlara uygun hareket etmeye bağlı hale geldi. Devletlerin piyasa ekonomisine hâkim olmaya çalışmalarının sebebi budur. Ancak piyasa ekonomisine hâkim olmak, günümüzün en büyük gücüne, yani teknolojiye hâkim olmayı gerektiriyor.
Örneğin 1980’lerde ağır sanayinin gerilemesinden dolayı Amerika’nın düşüşe geçtiği düşünülüyordu. Ama bu düşünceyi ileri sürenler Amerika’nın gelişen bilişim teknolojisindeki avantajlarını göz ardı etmişlerdi. Çünkü 3. Sanayi Devrimi ABD’de yaşanmak üzereydi. Amerika dünyayı interaktif hale getirecek teknolojiyi transfer edecek, bunun sonucunda bilgi çağını başlatan bir devrim yaşanacaktı. II. Dünya Savaşı ile Avrupa’ya inen demir perdenin dünyayı Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmasından sonra, Amerika merkezli Batı’nın yükselişine ve Sovyetler merkezli Doğu’nun düşüşüne neden olacak nitelikli bir sıçrama gerçekleşecekti!
Burada bir parantez açma zorunluluğunu duyuyorum. Geçmişi görmezden gelenler, kendilerini geleceğe hazırlayamazlar. Steve Jobs’un 12 Haziran 2005 yılında Stanford Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde söyledikleri de bu doğrultudaydı: Noktaları ileriye bakarak birleştiremezsin. Onları sadece geriye bakarak birleştirebilirsin.
Bilgi Çağı’nda görünmez elin görünen elden farklı olarak yarattığı etkilerin kodlarını çözmenin yöntemi budur.
Konumuz Steve Jobs olduğuna göre, Jobs’u bilgi çağının diyalektiği içinde sorgulamamız gerekiyor. Önermemiz Amerika’da teknolojik gelişmenin kesintisiz yeniden yapılanma politikasının bir parçası olarak görülmesi olsun.
Bu önerme başlangıç noktamız olduğunda Yeni Dünya Düzeni’nin algısı önümüze serilmiş olacaktır. Çünkü büyük güçlerin hemen hepsi kendi çıkarlarına uygun bir dünya düzeni kurmaya çalışmışlardır.
18. yüzyılda Atlantik sahilinde İngilizlerin kurduğu 13 koloninin çekirdeğini oluşturduğu Amerika Birleşik Devletleri’ni dünyaya düzen getirecek güç ve olgunluğa getiren şeyin sorgulamasını yaptığımızda cevap kendini Amerika’nın psiko-sosyal, ekonomik ve siyasi yapısının içinde vermektedir. Çünkü bir ülkenin sınırları dışında yükselmesi aslında içteki gücünün dışa doğru genişlemesi anlamına gelmektedir. Amerika’yı içte güçlü kılan şey Samuel Slater ile başlayıp Edison ile genişleyen ve Steve Jops ile zirveye çıkan teknolojik gelişmelerdir. Ancak bu durum büyük ölçüde uluslararası konjonktür tarafından belirlenmiştir. Örneğin Nazi İktidarındaki Almanya’nın yükseliş ve çöküş deneyimi olmamış olsaydı Amerika Başkanı Harry S. Truman’ın savaş sonrası için yeniden yapılanma projesi de olmayacaktı. Truman, bilim ve teknoloji kaynaklarını geliştirmeyen hiçbir ülkenin dünyada öncü bir rol oynamayacağını belirttikten 5 ay sonra Pensilvanya Üniversitesi’nde dünyanın ilk bilgisayarı üretildi. Bu bilgisayarın ağırlığı 30 ton olmasına rağmen 3. sanayi devriminin ilk adımı atılmış, bilgi çağına Amerika’nın liderlik edeceği kesinleşmişti.
Steve Jobs günümüzün teknoloji dünyasını tamamen değiştirdi. Bu teknolojik gelişme aynı zamanda dünyanın gelişimini de belirledi. Örneğin iPhone telefonlar dünyanın ilk birleştirici aletleri olmaları açısından önemlidir. Çünkü sembolik olarak dünyanın da bir araya getirilebileceğini temsil etmektedirler. Yani hiçbir şeyin ve hiçbir ülkenin küresel eklemlenmeden kurtulamayacağını göstermişlerdir. Jobs’un ürettiği ilk korsan telefonun altına “bütün dünya bu adamın avuçlarının içinde” yazmasının sebebi budur.
Bilişim çağını ele geçirmekle SSCB’nin sonunu getiren Amerika, daha önce de Amerika’da eğitim gören Alan Mathison Turing’in II. Dünya Savaşı’nın göbeğindeki İngiltere’de, Nazilerin savaş sırasında kullandıkları Enigma isimli şifreli haberleşme aracının şifrelerini kırmasını da sağlamıştı. Nazilerin savrulmasının esas nedeni buydu. Jobs daha sonra Alan Mathison Turing’in intihar ettiği ısırılmış siyanürlü elmayı Apple’nin logosu haline getirerek bu bağlantıyı kurmuştu. Ayrıca Turing günümüz bilgisayarların babası olarak da bilinmektedir.
Apple’ın Saati Neden 9:41?
Apple’nin bütün reklamlarında saatin 9:41’i göstermesi iddia edildiği gibi verilmek istenen “biz hep bir adım öndeyiz” mesajıyla ilişkilidir. 9:41’in Amerika’nın ikinci dünya savaşına dahil olduğu 7 Aralık 1941 tarihiyle doğrudan bir bağlantısı vardır. Bu tarih Amerika tarihinde bir sıçrayışın gerçekleşmesine ve Amerika’yı dünyanın süper gücü haline getiren dayanak olmuştur. Yukarıda da ifade ettiğim gibi Amerika’da teknolojik gelişmenin kesintisiz yeniden yapılanma politikasının bir parçası haline getirilişi bu tarihten sonra olmuştur.
Apple’nin reklamlarında saatin 9:41’i göstermesi teolojik içeriklerle de ilişkilendiriliyor. Bu mümkün olabilir. Çünkü Amerika’nın para birimi olan dolar başta olmak üzere Amerika kökenli birçok sembolik ifadede teolojiden yararlanılmıştır. Yeni Dünya Düzeni küresel bir dünya olduğuna göre, savaşları ve krizleri yöneten Amerika, “bütün dünyayı bir adamın avuçlarına sığdıran” bilişim devrimini teolojik sembollerle doldurmuş olabilir. Steve Jobs’un kişiliği de buna uygundur: Jobs’un babası Müslüman, annesi Hristiyan, kendisi de Zen Budizm’i inanırlarındandı. Görülüyor ki Jobs küreselleşmenin karakterini yansıtmakla beraber, bütün farklılıkları kendinde toplayan kimliklerinde öncüsü olmuştur.
Küreselleşmenin salt siyasi ve ekonomik eklemlenme olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Çünkü küreselleşme sırları ve sınırları ortadan kaldırmıştır. Bu sonuca küresel bir aktör olan Apple’nin kullandığı sembollerden yola çıkarak ulaşmakta mümkündür. Alan Mathison Turing’in ısırılmış elması, Yaratılış ile özdeşleşen elma olabilmekle birlikte saatin 9:41’i gösteriyor oluşu Yuhanna İncil’i ile ilişkilendirilebilir:
İsa yanıtladı: “Gözleri görmez olsaydınız günahınız olmazdı. Ama şimdi görüyoruz dediğiniz için günahınız olduğu gibi duruyor.” (Yuhanna, 9:41)
Akıllı teknolojilerin küresel düzeyde sırları ortadan kaldırdığı ve bilgiye ulaşmanın önündeki sınırların engel olmaktan çıktığı biliniyor. Dolayısıyla hiçbir şeyin gizli kalamadığı Yeni Dünya’da, hiçbir şey Firavuna “Bugün suçumu itiraf etmeliyim” (Yaratılış, 41:9) diyen Saki olmaktan kurtulamıyor.
Sonuç olarak, 18. yüzyılda Atlantik sahilinde İngilizlerin kurduğu 13 koloninin çekirdeğini oluşturduğu Amerika Birleşik Devletleri’ni süper güç haline getiren şey, Amerika’nın uyguladığı serbest piyasa ekonomisi ve teknolojinin siyasallaştırılması olmuştur. Teknolojinin siyasallığı ilk olarak II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının dize getirilmesi sonucu Amerika’nın yükselişe geçmesi ile gerçekleşti. Bilişim Devrimi ile sonuçlanan bu süreç ardından SSCB’nin dağılması ve Amerika’nın 2000’li yıllara kadar tek başına bir süper güç olarak gelmesine neden oldu. Ancak günümüzde güç dengeleri değişmiş, teknoloji artık sadece Amerika’da değil; Çin, Japonya, Hindistan ve Almanya gibi ülkelerde de üretilmeye başlanmıştır. Bu durumda tarih yasalarını bir kez daha işletiyor diyebiliriz: gücünü yanlış kullanan bir ülkenin yükselişi kaçınılmaz bir çöküşe dönüşecektir.
3.Sanayi Devrimi’nin henüz başında güç dengelerinin değişme hızını öngören Amerika askeri yayılmayı hızlandırdı. Ancak, Çin başta olmak üzere yükselen güçlerin dünya pazarını (piyasasını) ele geçirmelerine engel olamadı. Amerika’nın askeri yayılması içteki gücü ile orantılı olamadığı için küresel etkinliğini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Bu durumda Apple’nin saatleri 9:42’den 9:41’e çekmesi, Yeni Dünya Düzeni’nde yeni denklemin geçmişte olduğu gibi yine küresel bir savaşla sağlanacağı şüphesini uyandırmaktadır. Jobs, sadece bilişim devriminin değil, siyasal teknolojinin bir aktörü olarak rolünü oynadı.